*
DİNCİ SÖMÜRÜCÜLERİN MARİFETLERİ
Ramazan’ın yaklaştığı şu günlerde çarşı, pazar ateş pahasına döndü. Fırsatçılar kutsal günlerimizi, kutsal kazançlarıyla buluşturup, karlarının üzerine kar ekliyorlar.
Günümüzde dincilik para ediyor. Din sömürücüleri palazlandıkça palazlanıyor. Onlar için kutsal olan ne varsa sermayeye dönüşüyor. Halk uyutuluyor, aldatılıyor, din adına güzel güzel sömürülüyor.
Bu zulüm Arap Emevi’sinin İslam dünyasına bir armağanı.
Emevi’nin bu çirkin yüzünü İslam dünyasında en iyi kullananlarda ABD, AB ve dinci sömürücüler.
Tarihin karanlığının ışık olarak sunulduğu günümüzde nice karanlıklar prensleri bu yalancı ışıktan mal, mülk, han, hamam sahibi olurken sömürülen kitleler yoksullaştıkça yoksullaşıyor.
Aldatılan, yoksullaşan, açlığın, işsizliğin sofrasıyla karşı karşıya kalan halk ramazanı iki dirhem zeytin, bir dilim peynirle karşılamaya hazırlanıyor. Halkımızın bu hazırlığı açlığını, yoksulluğunu, işsizliğini dinci şükürcülüğü ile buluştururken, dinci baronlar ABD’li ve AB’li dostlarıyla sömürü şenliği yapıyor.
Birbirine zıt iki gazetecinin bu sömürü çarklarının nasıl döndüğünü anlatan yazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Emin Çölaşan-Hürriyet 25 Ocak 2000 tarihli köşe yazısında bakın bu talanı nasıl anlatıyor.
“Birileri Allah’ın adını kullanıp paralar elde ediyor. Holdingler, şirketler kuruluyor, inançlı insanlarımıza kancalar atılarak paralar toplanıyor. Bu amaçla hoca efendiler kullanılıyor. Toplanan paraların belli miktarı cami avlularında komisyon olarak onlara dağıtılıyor.
Allah adını kullanarak milyonlarca dolar para kazanıyorlar. Saf vatandaşlarımıza cami avlularında yaklaşıp, Allah’ın adını kullandıklarında paralar oluk gibi akıyor, o paralar sonra ya bir siyasi partinin adamlarına teslim ediliyor ya da tefecilikte kullanılıyor.
Allah adını kullananların yelpazesi fevkalade geniş. Bularda her yol var: dolandırıcılıktan cinayete kadar. Oyun Müslümanların, müminlerin üzerinde oynanıyor. Ve Türkiye’de milyonlarca gerçek Müslüman, bu kesime tepki göstermiyor.
Allah adına terör örgütleri kuruluyor, vahşi cinayetler işleniyor. Mezar evlerden, toplu mezarlardan cesetler fışkırıyor. Beş, on, yirmi, otuz.
Sivas’ta ülkemizin nice aydını Allah adına diri diri yakılıyor.
Allah adına ortaya çıkan dinci gazetelerde her gün insanlara yalan, iftira, kin ve nefret kusuluyor. Yakası açılmadık küfürler acımasızca yağdırılıyor. İnsanlar, öldürülmeleri için hedef gösteriliyor. Dedikoducu, karanlık suratlı bir yığın adam bir araya gelmiş Allah adına sövüyor, iftira yağdırıyor.”
Emin Çölaşan’ı din dışı bir aydın olarak tanımlayan Mehmet Şevket Eygi bir yazısında bakın neler yazmıyor ki,
1 Temmuz 2003 tarihli yazısında Emin Çölaşan, Mehmet Şevket Eygi’nin yazısını aynen yayınlıyor.
Mehmet Şevket Eygi şöyle yazıyor.
“Sevgili din ve iman kardeşlerim! Biz hepimiz bir ümmet teşkil ediyoruz. Ümmet, en medeni, en olgun, en faziletli en şerefli topluluk demektir. Biz maalesef bir İslam ümmeti olamamışız ve bugünkü acınacak, perişan duruma düşmüşüz. Bizim topluluğumuz şu anda yığınlardan veya sürülerden ibaret bir kuru kalabalıktır.
Biz 1950’lerden bu yana 40 bin cami binası, bu iş için trilyonlarca dolar harcama yaptık. Ama bunlar İslam medeniyet ve kültürüne uygun, güzel, estetik vasıflı binalar olmadı. Bunların mihraplarına geçecek kaliteli imamlar, minberlerine çıkıp hutbe okuyacak kaliteli hatipler, Müslümanları uyaracak kaliteli vaizler yetiştirmeyi düşünmedik. 70 bin camiye hela, imam ve müezzin lojmanları yaptırdık. Onbinlerce camiye kaloriferler yaptırdık. Pahalı klima cihazları taktırdık. Camileri hoparlörlerle, ışıldaklarla, vantilatörlerle doldurduk. Evet, son elli yıl içinde bunlara triyonlar harcadık.
Bütün gücümüzü Kur’an kursu, İmam-Hatip, İlahiyat Fakültesi açmaya sarf ettik. Hesabı yapılsa bunlara akıllara durgunluk verecek miktarlar harcadık. Daha bitmedi. Birtakım din baronları için her yıl milyarlarca dolar para topladık. Bu paraların yerli yerince, akıllıca harcanıp harcanmadığını hiç sorgulamadık, hiç kontrol etmedik.
Ramazanlarda birtakım din cemaatleri beş yıldızlı lüks otellerde bin kişilik ihtişamlı, israflığı, gösterişli, günahlı iftarlar veriyordu. O fücur yuvalarda verilen iftarlar dinimize uygun muydu?
Zengin olan Müslümanların çoğu ipin ucunu kaçırdı, şaşırdı, dağıttı. Milyon dolarlık lüks meskenler, yüz binlerce dolarlık yazlıklar, lüks limuzinler, israf, sefahat, rezalet, gırtlağa kadar çıktı.
Biz; bir sürü hizip, fırka, grup, cemaat ve tarikata ayrıldık ve birbirimizle çekişip tepişmeye başladık. Yığın ve sürü haline gelen onmilyonlarca Müslüman şu anda vahim bir kırsal kesim ve varoş zihniyeti, marjinallik, parçalanmışlık içindedir.
Hazretimiz yanılmaz, bizim cemaatin ulu zatı hata yapmaz, hoca efendi yanlış yapmaz… dedik. Sorgulama yok, hesap sormak yok, kontrol yok. Bu şartlar altında ümmetin işleri elbette kötüye gider.
Bizi mahfedenler, militan din düşmanları değil, içimizdeki din sömürücüsü, din rantı yiyen iş birlikçi hain alçaklardır.”
İşte, size iki yazarın yazısı. Her ikisi de bu ülkenin ekmeğini yiyip, suyunu içenler. Her ikisi de zıtlıklar içinde olsalar bile buluştukları tek nokta dinin sömürülmesi.
Kim sömürüyor dini?
1950’den bu yana dini siyasete alet eden siyasetçilerimiz.
Dinciliği marifet sanıp insanlarımızı açlığa, yoksulluğa, işsizliğe mahkum eden siyasetçilerimiz.
Dincilik adına söz söyleyenler bugün daha güçlü, daha sömürgen, daha bir saldırgan.
Bugün din sömürücüleri her türlü pişkinlikleriyle kutsal dinimizin temsilcileri.
Arap Emevi’sinden edindikleri miraslarla saltanatlar içinde yaşıyorlar.
Bunlara bu saltanatları sunan kim?
ABD dolarının üzerinde “IN GOD WE TRUT” yani “ALLAH’A GÜVENİP DAYANIRIZ BİZ” yazıyor.
ABD, parasının üstündeki bu ifadeyle demek istemektedir ki, ben insanları, dünyayı, sömürdüklerimi iki şeyle aldatırım: PARA, TANRI.
Kiminle?
Müslüman dünyasındaki işbirlikçilerimle.
Ramazan da halkımız iki dirhem zeytinle, bir dilim peynir almakta zorlanıyormuş.
İnsanlar hak ettikleri gibi yaşarlarmış.
İnsanımız ne zaman uyanır, ne zaman din sömürücüsüne dur derse o zaman sofrası şenlenir.
Dinci sömürücüyü alkışlamakla ancak yoksulluğun, açlığın, işsizliğin, yolsuzluğun, rüşvetin her türlü kirliliğin ve karanlığın yolunu açar.
Atalarımız kendi düşen ağlamaz der.
Düşmesini bilen halk kalkar mı? Bunu da göreceğiz.
Aşur EYLEN
|